Hayatımızdan su gibi akıp giden 5 yıl.
Üstelik içinde pandemi, deprem, sel gibi olağan dışı olayları barındıran 5 yıl.
5 yıl sonunda; Yerel seçimlerin eşiğine gelmişken, hızla akıp giden hayatın bir ucundan tutarak ve ona yetişmeye çalışarak geçti ömürden.
Sayılı günler kalan, yeni bir seçime gidiyoruz ama şu gerçeği en başta ifade etmem gerekiyor; eğer millet olarak, seçmen olarak bakış açımızı değiştirmezsek, çözüm odaklı bir siyaset anlayışını tercih etmezsek, seçim sonrası bugünlerimizi dahi arar hale geleceğiz gibi görünüyor.
Doğamız gereğinden olsa gerek, takım tutar gibi parti tutuyor, belediye başkan adaylarının liyakatine, vizyonuna, projeleri olup olmadığına bakmıyoruz. Peki hiçbir hizmet yapmadığı halde inadına seçtiklerimiz neden seçildiklerinde iş yapsınlar?
Siyasilerin “Ceketimi koysam seçilir” özgüveni milletin aleyhine olan bir durumdur, lütfen bu gerçeği anlayalım artık.
Bana kalırsa özellikle yerel seçimlerde A ya da B seçeneğimiz yok; seçenekleri yapılan dayatmalarla kafalarımızda ikiye indirirsek, yine herhangi bir hizmet beklemeyelim.
Adaylar açıklanmışken, tüm adayları masaya yatıracak seçeneklerimizi kafamızda çoğaltacağız ki, çözüm odaklı bir yarış olsun ve hak eden alsın.
Türkiye genelinde il ve ilçelerde aday gösterilen tüm siyasi partilerin adaylarını, özellikle bulunduğumuz seçim bölgelerinde ince eleyip sık dokumalıyız. Kaybedeceğimiz bir 5 yıl daha çıkmamalı sandıklardan. Yoksa gidişatımız hiç de iyi değil.
Sadece tarım ve hayvancılıktaki gidişat bile durumu özetlemeye yeterli. Verimli arazileri, uygun iklim koşulları ve genç nüfusuyla Türkiye’nin tarım ve hayvancılık potansiyeli çok yüksek. Ama tarımda ve hayvancılıkta maalesef ithalat rekorları kırıyoruz. Bu sektörde dünyada en üst düzeylerde olabilecekken, milyarlarca dolar ithalata para ödüyoruz.
Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) 2023 yılına ait hayvansal üretim istatistiklerine göre, ülkemizdeki büyükbaş sayısı bir önceki yıla göre yüzde 2,6 azalarak 16 milyon 421 bin olurken küçükbaş sayısı ise bir önceki yıla göre yüzde 6,9 azalarak 52 milyon 363 bin baş oldu.
Nüfus artarken üretimin azalması ne anlama geliyor, elbette ki ithalatın artacağına işaret ediyor. Diğer bir ifadeyle ithalata her yıl daha fazla para ödeyeceğiz. Ama bizler cari açık veren bir ülkeyiz, bu ithalat sürdürülebilir bir durum mu? Elbette ki hayır. İşte sürdürülemediği an bunun adı kıtlık olacaktır.
Konunun yerel yönetimlerle ne alakası var diyebilirsiniz, tabii ki alakası var. İl ve ilçe belediyeleri kendi bölgelerindeki hayvancılığı teşvik edebilirler, çiftçilerin bu konuda eli ayağı gözü olabilirler. Belediyeler bünyesinde oluşturulacak şirketlerle köylünün ürettiklerini Türkiye’ye ve dünyaya pazarlayabilirler.
Böylece besiciler ürettikçe kazanır, belediye kazanır, istihdam oluşur ve vatandaşlar da uygun fiyata sağlıklı ete kavuşur.
Biz hayvancılık sektöründen örnek verdik, siz bunu tarımsal ürünlere ya da sanayi ürünlerine, hatta yöresel ürünlere genişletin. Yeter ki, ranta, hırsızlığa, arsızlığa değil de millet adına, millete hizmet için kafa yorulsun; öyle bereketli kapılar açılır ki, öyle müthiş projeler ortaya çıkar ki…
Bugün genelde ya da yerelde “borçlanma” bir strateji olarak kullanılmaktadır. Halbuki kalıcı sürdürülebilir bir siyaset, muslukları vatandaşlara kapatarak, milleti devlet ya da belediyeler üzerinden borçlandırarak olmaz.
Millet genelde ya da yerelde gerçekten hak ettiği bir hizmeti görürse, bunu ortaya koyan siyaseti asla bırakmaz, onu baş tacı eder.
Millete ait olan kaynakların, milletin alın teriyle oluşan milli gelirin har vurulup harman savrulduğunu gördük.
Ve ne yazıktır ki, Milletimiz yanlış olan bu siyaseti doğru siyaset olarak algıladı ve kabullendi, doğru bir siyaset anlayışı görünce de onu dışladı ve sorguladı.
Azınlığın sefa içinde yaşadığı rant siyasetinin kırıntılarıyla beslenmeye çalışan çoğunluk, kaderinin bu kırıntılara mahkumiyet olmadığını artık bilmeli.